Ustaca Sevmek

2000
Türkçe
Kişisel Gelişim

Yoğun bir yabancılaşma alıyor bizi, öz benliğimizden uzaklara sürüklüyor. Kendimizi oynadığımız rollerden ibaret görüyoruz. Özümüz yerine imajımızla bir tutuyoruz kendimizi. Bu da bizi başkalarının onayına bağımlı kılıyor. Sevgiyi dışımızda aramaya başlıyor, birbiri ardına bağımlılık ilişkileri kuruyoruz.

Neyiz biz? Başkalarının sevgisine umutsuzca gereksinen varlıklar mı?

Nasıl ilişkiler kuruyoruz?
Uyuşturucu bağımlısıyla uyuşturucu satıcısı arasındaki vazgeçilmez ilişki gibi 'cehennem ilişkileri' mi?

Dünyayı nasıl algılıyoruz?
Yüreğimizi en yakın bildiklerimize bile açamadığımız tehdit dolu bir yer olarak mı?

Peki ya gerçek doğamız?
Kim olduğumuz?
Gerçek yaşam kaynağımız?

Ustaca Sevmek, ustalıkların en büyüğü üzerine. Özgür sevgi, yaşayan ilişkiler, insanın unuttuğu öz benliği üzerine.
Kendimizle, birbirimizle, yaşamla ilişkilerimizi cehennem ilişkilerinden cennet ilişkilerine dönüştürmek üzerine.

  • Yazar
    : Don Miguel Ruiz
  • Çevirmen
    : Seda Toksoy
  • Yayınevi
    : Ötesi Yayıncılık

ÖZET


  • Kendi yaşamlarımızı yaratma ve yönetme gücüne sahibiz.
    Tıpkı dünyanın dört bir yanındaki toplum ve dinlerin inanılmaz mitolojiler yaratması gibi biz de kendimizinkini yaratıyoruz.
    Kişisel mitolojimiz kahramanlar ve kötü insanlar, melek ve şeytanlar, krallar ve halklarıyla dolu. Kendimiz için yarattığımız pek çok kişiliği de içine alan bütün bir kalabalık yaratıyoruz. Sonra da belli durumlarda takınacağımız maskeyi kusursuz bir hale getiriyoruz. Rolümüzü sahneleyip oynamanın, olduğumuza inandığımız şeyi canlandırmanın ustaları haline geliyoruz.
    Başkalarıyla karşılaştığımızda hemen kafamızda ait oldukları sınıflara yerleştiriyor, yaşamlarımızda bir rol veriyoruz onlara.
    Kim olduklarına inandığımıza göre bir imge yaratıyoruz onlar için.
    Çevremizdeki her şey ve kişi için aynı şeyi yapıyoruz.
  • Pek çok açıdan başkalarına benzeyebilirsiniz, ama bütün dünyada başka hiç kimse yaşamını sizin gibi yaşamaz.
  • Yaşamınız boyunca şimdi olduğunuz gibi olmanın uygulamasını yaptınız.
    Bunu da öylesine iyi yapmaktasınız ki ne olduğunuza inanmışsanız onu ustaca gerçekleştiriyorsunuz. Kişiliğinizi, inançlarınızı, her bir eyleminizi, tepkilerinizin her birini ustaca yontuyor, ortaya çıkarıyorsunuz. Yıllar ve yıllar boyunca çalışıyor ve ustalığınızı, olduğunuza inandığınız şeyi gerçekleştirecek dereceye ulaştırıyorsunuz.
    Hepimizin birer usta olduğunu kavradığımızda bunun nasıl bir ustalık olduğunu da görebiliriz.
  • Duygusal beden tıpkı mikrop kapmış cilt gibi yara doludur.
    Bu yaralar da duygusal zehirle iltihaplanmıştır.
    Korku hastalığının belirtileri öfke, nefret, kıskançlık ve ikiyüzlülüktür.
    Sonucu ise insana acı çektiren bütün duygular.
  • Zihinsel olarak bütün insanlar aynı hastalığın pençesindedir.
    Hatta bir adım ileri gidip bu dünyanın akıl hastanesi olduğunu bile söyleyebiliriz.
  • Duygusal yaralarını savunmak amacıyla ve yaralanmaktan korktukları için insanlar zihinlerinde son derece ince işlenmiş bir şey yaratıyor.
    Büyük bir yadsıma sistemi bu.
    Geliştirdiğimiz bu sistemle kusursuz birer yalancıya dönüşüyoruz.
    Öylesine yalan söyler oluyoruz ki bunu kendimize karşı da yapmaya, hatta kendi yalanlarımıza inanmaya başlıyoruz.
    Yalan söylediğimizi bildiğimiz kimi zamanlar da kendimizi yaralarımızın acısına karşı korumak için yalanı aklayıp bağışlıyoruz.
  • İnsan dünyaya geldiğinde duygusal zekası, duygusal bedeni bütünüyle sağlıklıdır.
    Üç dört yaş dolaylarında duygusal zekada ilk yaralar açılmaya ve duygusal zehirle iltihaplanmaya başlar.
    Ama iki, üç yaşlarındaki çocukların davranışını gözlemlediğinizde sürekli oyun oynadıklarını görürsünüz.
    Sürekli gülerler.
    Düş güçleri engindir.
    Onlar için hayal kurmak bir keşif serüvenidir.
    Gerektiğinde tepki gösterir, kendilerini savunurlar ama sonra olanı olduğu yerde bırakıp dikkatlerini yeniden yaşanan ana, oyuna, keşif ve eğlenceye çevirirler.
    Anda yaşarlar.
    Geçmişin utancını duymaz, gelecek konusunda tasalanmazlar.
    Küçük çocuklar hissettiklerini ifade eder, sevmekten korkmaz.
  • Yaşamımızdaki en mutlu anlar tıpkı çocuklar gibi yalnızca eğlenmek için oyun oynadığımız, şarkı söyleyip dans ettiğimiz, keşfedip yarattığımız anlardır.
    Bir çocuk gibi davranmak harikuladedir, çünkü budur insan zihninin olağan durumu, insanın olağan eğilimi.
    Çocukken masumuz, sevgiyi ifade etmek bizim için doğal.
    Ama sonra ne oluyor bize?
    Bütün dünyaya?
  • Olan, biz çocukken çevremizdeki yetişkinlerin çok da bulaşıcı bu zihinsel hastalığa yakalanmış olmaları.
    Hastalığı bize nasıl bulaştırıyorlar?
    Aklımızı çeliyor, bize de kendileri gibi olmayı öğretiyorlar.
    Hastalığı biz çocuklarımıza, anne babamız, öğretmenlerimiz, büyük kardeşlerimiz, mikrobun içine girdiği bütün bir toplum da bize işte böyle aktarıyor.
    Dikkatimizi çekiyor, yineleme yoluyla bilgiyi zihinlerimize yerleştiriyorlar.
    İnsan zihnini böylece programlıyoruz.
  • Ceza ve ödüllerle bir köpek ya da başka bir hayvanı nasıl evcilleştiriyorsak insanları da öyle evcilleştiriyoruz.
    Eğitim diye adlandırdığımız şey insanın evcilleştirilmesinden öte bir şey değil.
  • Kadının başkalarına yansıtmaya çalıştığı dışsal bir imgesi var, ama yalnızken kendisine ilişkin başka bir imge taşıyor.
    Erkeğin de dışsal ve içsel imgeleri farklı.
    Büyüdükçe iç ve dış imgeler arasındaki fark o kadar büyüyor ki birbirleriyle uyuşmaz hale geliyorlar.
    Kadın erkek ilişkisinde işin içinde böylece en azından dört imge oluyor.
  • Erkek kadınla karşılaştığında kendi kafasında kadına ilişkin bir imge yaratıyor.
    Aynı şeyi kadın da erkek için yapıyor.
    Sonra erkek kadını onun için yarattığı imgeye uydurmaya, kadın da aynı şeyi erkek için yapmaya çalışıyor.
    Böylece aralarındaki imge-maske kalabalığı altıya ulaşmış oluyor.
  • Yansıtmaya çalıştığımız sahte imgeler yüzünden ne çok insan acı çekiyor.
    İnsanlar çok önemli olduklarını iddia ederken bir yandan da bir hiç olduklarına inanıyor. Başkalarınca tanınıp kabul görmek amacıyla bu toplum düşünde bir rol kapabilmek için didinip duruyoruz.
    Dişimizle tırnağımızla girdiğimiz her savaşımdan galip çıkmaya, güç, servet, ün sahibi olmaya, kişisel düşümüzü ifade edip çevremizdekilere zorla benzetmeye çabalıyoruz. Neden?
    İnsanlar düşü gerçek sandığı, çok da ciddiye aldığı için.
  • İnsanlar doğaları gereği son derece duyarlı varlıklardır.
    Böylesine duygusal olmamızın nedeni her şeyi duygusal beden aracılığıyla algılayışımız. Çocukken kafamızda soyut bir sevgi tanımı
    Olanca yalınlığıyla sevgiyi yaşarız.
    Bu bizim oluş biçimimizdir.
  • Acı hissettiğimizde bunun nedeni bedenimizde dikkatimizi çevirip iyileştirmemiz gereken bir şey olmasıdır.
    Duygusal bedenin alarm sistemi de korkudur.
    Korku hissettiğimizde bunun nedeni bir şeylerin gereği gibi olmamasıdır.
  • Bize kendileri gibi olmamayı, yalan söylememeyi söyleseler de ana babamızın, bütün ailemizin duygusal enerjisi dünyayı aynı şekilde algılamamıza yol açar.
  • İnsan insanı evcilleştirmek için korkuyu kullanır.
  • Dünyadaki herkes sürekli olarak başkalarının dikkatini çekmenin ardındadır.
    Dikkati yakaladığımızda iletişim yolları açmaya başlarız.
    Bu yollardan düş ve güç aktarıldığı gibi duygusal zehir de aktarılır.
  • Sürekli yargılayan bölümümüzü zihnimizde yaratırız.
    İçimizdeki yargıç yaptığımız, yapmadığımız, hissettiğimiz, hissetmediğimiz her şeyden ötürü bizi durmadan yargılar.
    İnançlarımıza, hak ve haksızlığa ilişkin sezgilerimize dayanarak kendimiz ve başkalarını her an yargılarız.
    Kendimizi elbette suçlu bulur, cezalandırmaya gereksiniriz.
    Zihnimizin yargının hedefi olan ve cezalandırılmaya gereksinen tarafı kurbandır.
  • Çocukluğunuzda edindiğiniz inançlar öylesine güçlüdür ki yıllar sonra yeni kavramlar öğrenip kendi kararlarınızı almaya çalıştığınızda da yaşamınızı denetlemeyi sürdürür.
  • İnsanlar evcilleştirilmiş hayvanlardır.
  • “Haklı” olma gereksinimi, dışımıza yansıtmak istediğimiz benlik imgemizi korumaya çalışmanın sonucudur. Kendi düşünce biçimimizi yalnızca başkalarına değil, kendimize de dayatmamız gerekir.
  • Kusursuzluk imgesi iyi olduğumuza inanmak, kendimizi kabul etmek için nasıl olmamız gerektiğini söyler. Asla kusursuz olmayacağımız için bu kendimize ilişkin inandığımız en büyük yalandır. Kusursuz olmadığımız için kendimizi bağışlamanın hiçbir yolu yoktur.
  • Sevgi bir uyuşturucu gibidir.
    Tıpkı uyuşturucuda olduğu gibi sevgide de her gün almamız gereken bir doz vardır.
  • Birbirlerini sevenler arasındaki çoğu ilişki bir uyuşturucu bağımlısıyla ona uyuşturucu sağlayan arasındaki ilişkiye benzer.
    İki kişiden sevgiye daha fazla gereksineni uyuşturucu bağımlısının, diğeri de ona uyuşturucuyu satanın yerine geçiyor.
    Sevgiye daha az gereksinen ilişkinin dizginlerini tutandır.
    Her ilişkide biri çok sever, diğeri ise o kadar sevmeyip yüreğini kendisine verenden yararlanır.
    Satıcı ve uyuşturucu bağımlısı gibi.
  • Uyuşturucu bağımlısı, bağımlılığı daha fazla olan, bir sonraki dozunu alamayacağının dinmek bilmeyen korkusuyla yaşar.
    Beni terk ederse ne yaparım diye düşünür.
    Korku bağımlıyı son derece sahiplenici kılar.
    Bağımlılık, kaybetme korkusu nedeniyle kıskançlığa, talepkarlığa dönüşür. Uyuşturucuyu elinde bulunduran satıcı, bağımlı olanı dozları bol tutup azaltarak, bazen de hiç vermeyerek parmağında oynatır.
    Sevgiye daha çok gereksinen bütünüyle teslim olur, terk edilmenin önüne geçmek için elinden geleni yapar.
  • İnsanların sevgi dediği, denetim üzerine kurulu bir korku ilişkisinden başka şey değildir.
  • Bütün göreceğiniz, kimin kimi yöneteceğinin ortaya çıkacağı bir güç savaşıdır.
    Kim uyuşturucu satıcısı, kim bağımlı olacaktır?
  • Sevgi arıyoruz, yüreğimizi açıyor, yaralanabilir hale geliyoruz.
    Ama bütün bulduğumuz bencillik
    İncindiğimize inanmasak bile yaralıyor bu bizi.
    Kaç ilişki kurduğumuzun önemi yok.
    Aynı şey durmadan yineleniyor.
    Sevgi arayışını sürdürmenin ne anlamı var ki?
  • Mutluluk asla dışımızdan gelmez.
  • Mutluluğumuzu alıp başka birisinin ellerine bırakacak olursanız er geç kıracaktır. Mutluluğunuzu başka birisine verirseniz alıp götürebilir.
    Çünkü mutluluk yalnızca sizin içinizden gelebilir ve sevginizin sonucudur. Mutluluğunuzdan siz
    Başka birisini hiçbir zaman kendi mutluluğumuzdan sorumlu kılamayız.
    Birisini ne kadar çok severseniz sevin onun olmasını istediği kişi olmayacaksınız.
  • Mutluluğumuzu eşimize dayandırıyoruz, ilişki de bu şekilde tıkanıp kalıyor.
  • Bütün yaşamınız bir düşten
    Kendinize ilişkin bilginizin yegâne gerçek olduğu hayali içinde yaşıyorsunuz.
  • Her insanın kişisel bir yaşam düşü vardır ve bu düş diğer herkesinkinden bütünüyle farklıdır. Düşlerimiz inançlarımızı izler, yargılama ve kurbanlaşma biçimimizle değişime uğrar. Bundan ötürü iki kişinin düşü bile hiçbir zaman aynı değildir.
  • Aynı anda binlerce ilişkimiz olabilir. Ama her ilişki yalnızca iki kişi arasındadır.
  • Bedeninizin hücrelerden oluşması gibi düşleriniz de duygulardan oluşur.
    Bu duyguların iki kaynağı vardır: Birisi korku ve korkudan doğan bütün diğer duygular, diğeri ise sevgi ve sevgiden kaynaklanan bütün duygular.
    Her iki duyguyu da deneyimleriz.
    Ama gündelik yaşamımızda ağır basan korkudur.
    Dünyadaki olağan ilişkilerin yüzde doksan beşinin korku, yüzde beşinin sevgiye dayalı olduğunu söyleyebiliriz.
    Kişilere göre değişecektir elbette ama korkunun ilişkinin yüzde altmışına sevginin ise kırkına yayıldığı durumda bile ilişkinin temeli korku olmaya devam eder.
  • Korku zorunluluklarla
    Korku yolunda bir şeyi yapma nedenimiz onu yapmak zorunda oluşumuzdur.
    Ne kadar direnirsek o kadar çok acı çekeriz.
  • Korktuğumuzda yapmamız gerektiğini düşündüğümüz şeyleri yaparız, başkalarından da aynı şekilde davranmalarını bekleriz.
    Beklentilerimizin yerine gelmemesinden ötürü başkalarını suçlarız.
  • Sevginin temeli saygıdır.
    Korku kendisi de içinde olmak üzere hiçbir şeyi saymaz.
    Saygı duymazsam sizi denetlemeye çalışırım.
  • Şefkat, saygı ve sevgiden doğar, acıma ise saygının yokluğu ve korkudan.
  • Öfke, yüzüne maske geçirmiş korkudan başka bir şey değildir.
  • Her ilişkide ilişkinin iki yarısı vardır.
    Bu yarılar içinde yalnızca size ait olandan sorumlusunuz.
    İlişkinin diğer yarısından sorumlu değilsiniz.
    Ne kadar yakın olduğunuzu, ne kadar çok sevdiğinizi düşünürseniz düşünün karşınızdakinin zihninden geçenlerden sorumlu olmanızın hiçbir yolu yoktur.
    İlişkideki diğer kişinin ne hissettiğini, neye inandığını, düşüncelerini hiçbir zaman bilemezsiniz.
    Peki ya biz ne yaparız?
    İlişkinin diğer yarısının sorumluluğunu üstlenmeye çalışırız.
    İlişkilerin korku, dram ve güç savaşına dayanmasının nedeni de budur.
  • Giriştiğimiz güç savaşının nedeni saygıdan yoksun oluşumuzdur.
    Saygının yokluğunda herkes kendini diğerinden sorumlu hissettiği için güç savaşları başlar.
  • İlişkide ustalaşmak size bağlıdır.
    İlk adım, herkesin kendi düşünü düşlediğinin bilincine varmaktır.
    Bir kez bu bilince ulaştığınızda ilişkinin size ait yarısının sorumluluğunu üstlenebilirsiniz. İlişkinin yalnızca bir yarısından sorumlu olduğunuzu bilirseniz kendinize ait olan kolaylıkla yerine getirebilirsiniz.
    Diğer yarıya hükmetmek bize düşmez.
    Diğer yarıya saygı duyarsak ilişkide barış egemen olacaktır.
  • Bir sonraki adımda sevgi ile korkunun ne olduğunuz bilirseniz düşünüzü diğerlerine nasıl ilettiğinizin ayırdında olursunuz.
    Duygusal bedeninizi sevgiye göre mi korkuya göre mi ayarlayacağınıza an be an verdiğiniz karar iletişiminizin niteliğini belirler.
  • Başka kimsenin sizi mutlu edemeyeceğinin, mutluluk kaynağınızın içinizden gelen sevgi olduğunun bilincindeyseniz bu farklılık sevgi ustalığı haline gelir.
  • Sevgi kavramlaştırılamaz.
    Eylemdir sevgi.
    Eyleme dökülen sevgi ancak mutluluk yaratabilir.
    Eyleme dökülen korkuysa acının kaynağıdır.
  • Ustaca sevmenin yegâne yolu sevgiyi eyleme dökmektir.
    Sevginizi doğrulamanız, açıklamanız gerekmez.
    Gereken, sevgiyi yaşamaktır.
    Ustası yaratan uygulamadır.
  • Başkalarını değiştiremezsiniz.
    Onları oldukları gibi seversiniz ya da sevmezsiniz.
    Başkalarını istediğiniz biçimde değiştirmeye kalkışmak köpeği kedi ya da ata dönüştürmeye çalışmak gibidir.
    Bu bir olgudur.
    Onlar da siz de neyseniz osunuz.
    Kabul eder ya da etmezsiniz.
    Kendinize karşı bütünüyle dürüst olmanız, ne istediğinizi dile getirerek var olanı kabul edip etmeyeceğinize karar vermeniz gerek.
  • Birisi sizi değiştirmek istiyorsa, bu onun istediği kişi değilsiniz demektir.
  • İlişki sanattır.
    İki kişinin yarattığı bir düşte ustalaşmak tek bir kişinin düşünde ustalaşmaktan çok daha güçtür.
  • Sevgisiz olduklarına inandıklarında insanların yarattığı dramı görebiliyor musunuz? Sevgi açlığı çekiyor, başka birisinden biraz sevgi gördüklerinde büyük bir gereksinim yaratıyorlar. Aldıkları bu sevgi onları muhtaç ve saplantılı kılıyor.
  • Kendimize yönelik öylesine çok yargımız var ki öz sevgiden yoksun kalıyoruz.
    Ama kendimize karşı sevgiden yoksunken sevgiyi başka birisiyle paylaştığımızı nasıl söyleyebiliriz? Öylesine benciliz ki yaşamımızı paylaştığımız insanın da bizim kadar muhtaç olmasını istiyoruz.
  • İnsan ilişkilerinde bir güç savaşı sürüp gidiyor.
    Bunun nedeni, başkalarının dikkatini elde etmek için rekabete girişmek üzere evcilleştirilmiş olmamız.
  • Kusursuzluk sahte bir kavramdır, aslında gerçek bile değildir.
    Ana varlığına inanıyorsunuz.
    Kusursuz olmadığınız için kendinizi kabul etmiyorsunuz.
    Kendinize yönelen reddin şiddetini belirleyense yetişkinlerin bütünlüğünüzü ne ölçüde kırmış olduğudur.
  • Bencilliğin nedeni sevgisizliktir.
    Kendinizi sevmelisiniz.
    Ondan sonra bir ilişkiye girdiğinizde amacınız sevilmek olmaz.
    İlişki bir seçime dönüşür.
  • Bütün dünyaya karşı dürüst olamasanız da kendi kendinize karşı olabilirsiniz. Çevrenizde olup bitene siz karar veremeseniz de kendi tepkilerinizi belirleyebilirsiniz. Sizi mutlu ya da mutsuz kılan tepkilerinizdir.
  • Kendi tepkilerinizi kontrol altına almayı başarırsanız alışkanlıklarınızı, oradan da yaşamınızı değiştirebilirsiniz.
  • Yaşamınız kişisel düşünüzün ifadesidir.
  • Tepkileriniz derinliklerinizdeki gizli bir inançtan kaynaklanıyor.
    Tepki biçiminiz binlerce kez yinelenmiş ve alışkanlık haline gelmiş.
    Belli bir biçimde var olmaya koşullanmışsınız.
    Sizi bekleyen zorlu sınav da bu; doğal tepkilerinizi, alışkanlıklarınızı değiştirip riski göze alarak farklı seçimler yapmak.
    Sonuç istemediğiniz bir şeyse istediğiniz sonuca ulaşana dek yeniden ve yeniden değiştirin.
  • Bize seçme olanağı kazandıran farkındalığımızdır.
    Farkındalığımızı sürekli kılarak alışkanlıklarımızı, tepkilerimizi, bütün yaşamımızı değiştirebiliriz. Farkındalığa eriştiğimizde özgür iradeyi yeniden kazanırız.
    Özgür iradeyi yeniden kazandığımızda gerçekte kim olduğumuzu herhangi bir zamanda anımsamayı seçebiliriz.
  • Dünyada olup bitenden sorumlu değilsiniz.
    Kendinizden sorumlusunuz.
    Dünyayı siz bu hale getirmediniz.
    Dünya sizin doğumunuzdan önce böyleydi.
    Dünyayı, toplumu kurtarmak gibi büyük bir görevle doğmadınız.
    Hayattaki gerçek misyonunuz kendinizi mutlu etmek.
    Bunun için neye inandığınızı, kendinizi yargılama, kurban kılma biçiminizi görmeniz gerek.
  • İnsan bedeni seks için yaratılmışken cinsellik insanların en büyük günahı sayılıyor.
  • Oyunu oynayan zihindir, bedense zihnin neye inandığına aldırmaz.
    Beden cinsel ihtiyaç duyar.
    Yaşamlarımızın belli bir anında cinsel çekimin önüne geçemeyiz.
    Son derece doğaldır böyle olması, sorun değildir.
    Tahrik edildiğinde, dokunulduğunda, görsel olarak uyarıldığında, seks olasılığı hissettiğinde beden cinsel karşılık verir.
  • Zihninizle bedeninizin gereksinimleri birbirinden bütünüyle farklıdır.
    Ama bedeninizi zihniniz yönetir.
    Bedeninizin kaçınamayacağınız gereksinimleri vardır.
    Beslenme, barınma, uyku ve cinsellik ihtiyaçlarını karşılamak zorundasınızdır.
    Bedenin bütün bu gereksinimleri son derece doğal, karşılanması çok kolay ihtiyaçlardır.
    Sorun, zihnin bunlar benim ihtiyaçlarım demesidir.
  • Hiçbir zaman bütünüyle doyuramayacağınız bütün ihtiyaçlar zihne aittir.
    Aynı şey cinsellik için de geçerlidir.
    Gereksinim zihindeyse tatmin edemezsiniz.
    Gereksinim zihinden geldiğinde beraberinde yargıyı, bilgi birikimini de getirir.
    Cinselliği baş edilmesi bunca güç kılan da budur.
    Zihnin sekse ihtiyacı yoktur.
    Zihnin gerçek gereksinimi cinsellik değil sevgidir.
    Sevgiye zihninizden öte gereksinen ruhunuzdur.
    Çünkü zihniniz korkuyla hayatta kalabilir.
    Korku da enerjidir, zihninizi besler.
  • Yaşam beden değildir, zihin değildir, ruh değildir.
    Bir güçtür yaşam.
    Bu güçle yeni doğmuş bir bebek çocuğa, çocuk ergene, ergen yetişkine dönüşür, çoğalır, yaşlanır.
    Yaşam bedeni terk ettiğinde beden çözünür, toprak olur.
  • Siz bedeninizden, zihninizden, ruhunuzdan geçen yaşamsınız.
  • Var olan her şey avcı ve avdır.
    Nedir avladığımız?
    Gereksinimlerimizin karşılığı.
    Bedenin ihtiyaçlarına karşı zihin ihtiyaçları.
    Zihin beden olduğuna inanırsa gereksinimleri yanılsamadan ibarettir; karşılanamaz. Zihin gerçek dışı gereksinimlerinin peşinde avlandığımızda vahşi hayvanlara dönüşür, gereksinmediğimizi avlarız.
  • İnsanlar sevgi avlar.
    Kendimizi sevmediğimiz için sevgiden yoksun olduğumuza, sevgiye gereksindiğimize inanırız.
    Sevgiyi bizim gibi olan başka insanlarda avlarız.
  • Gereksindiğimiz sevgi başkalarında olmadığı için yanlış yerde durur, avlanır da avlanırız.
  • Sevgi avlıyoruz.
    Adalet ve mutluluk avlıyoruz.
    Tanrı avlıyoruz.
    Oysa Tanrı içimizde.
  • Sevgi için birbirini avlayan insanlar hiçbir zaman doyum bulmaz.
    Aradıkları sevgiyi başkalarında bulamaz.
    Zihin gereksinir ama biz onun gereksinmesini karşılayamayız, çünkü gerçek olmayan bir gereksinimdir zihninki.
  • Avlamaya gereksindiğimiz sevgi, kendi içimizde ama zorlu bir avdır.
    İçinizde avlanmak, sevgiyi içinizde elde etmek güçtür.
  • Dikkatinize tuzak kuran her şey sizi hedefinizden, içinizdeki sevgiyi ele geçirmekten alıkoyabilir.
    Avı yakalayacak olursanız sevginin içinizde güçlenerek büyüdüğünü görürsünüz.
    İşte odur bütün gereksinimlerinizi karşılayacak olan.
    Bu, mutluluğunuz için çok önemli.
  • Bedeninizdeki her bir hücre yaşaması size bağlı yaşayan bir varlıktır.
    Bütün bu varlıklardan siz sorumlusunuz.
    Onlara gereksindiklerini sağlayabilir, tümünü sevebilir ya da hoyrat davranabilirsiniz.
  • Bedeninizdeki hücreler size çok bağlıdır, sizin için uyum içinde çalışırlar.
  • Bedeniniz ilişkinin kendisine düşen yarısını yürütür, zihinse bedeni kötüye kullanan, bedene kötü davranandır.
  • Bedeniniz olduğu gibi kusursuz.
    Ama aklımız doğru yanlış, iyi kötü, güzel çirkin kavramlarıyla dolu.
    Bunlar kavramlardan ibaret ama inanıyoruz, sorun da bu.
    Zihnimizdeki kusursuzluk imgesiyle bedenimizden belirli bir şekilde hareket etmesini, belirli bir dış görünüme sahip olmasını bekliyoruz.
    Bedenimiz bize bütünüyle bağlı, sadıkken biz onu dışlıyoruz.
    Bedenimiz sınırları nedeniyle bir şeyi yapamadığında bile onu istediğimizi yapmaya zorluyoruz, o da istediğimiz gibi hareket etmeye en azından çalışıyor.
  • Kendi bedeninizi kabul edebiliyorsanız hemen herkesi, her şeyi kabul edebilirsiniz.
    İlişki sanatında bu çok önemli bir noktadır.
    Kendinizle ilişkiniz, başkalarıyla ilişkinize yansır.
  • Güzellik öğrenilmiş bir kavramdan ibarettir.
    Çünkü birileri sizi neyin çirkin neyin güzel olduğuna inandırmıştır, tıpkı neyin iyi neyin kötü olduğuna inandırdıkları gibi.
  • Bir insanın güzelliği ile diğerinin güzelliği arasındaki yegane fark insanların güzellik anlayışıdır.
  • Her şeyi yaratan sevgidir, yaşamdır.
    Korku bile sevginin bir yansımasıdır.
    Ama korku zihinde var olur ve insan zihnini kontrol eden de korkudur.
    Her şeyi zihnimizdekilere göre değerlendiririz.
    Korkuyorsak algıladıklarımızı korkuyla yorumlarız.
    Öfkeliysek algılarımız kızgınlığın süzgecinden geçer.
    Duygularımız, dünyaya ardından baktığımız filtreler
  • “Gerçeği bileceksiniz. Gerçek sizi özgür kılacak.”
  • Gerçek neşter gibidir, yaralarımızı açıp yalanları ortaya çıkarmak acı vericidir.
  • Kendinizle ilişkinizde gerçeğe bağlı kaldığınızda her şeyi olduğu gibi görmeye başlarsınız, olmasını istediğiniz gibi değil.
  • Bu dünyada gerçek görecedir.
    Şu anda gerçek olan, daha sonra değildir.
    Daha da sonra yeniden gerçek olabilir.
    Yalanları örten gerçekler, gerçekleri örten yalanlar var.
  • Yalnızca inandığının senin için bir anlamı varsa, seni mutlu ediyorsa inan.
    Ben söylediklerimden sorumluyum, senin nasıl anladığından değil.
    Söylediğim benim için mutlak gerçek bile olsa senin için gerçek olmayabilir.
  • Kendinize karşı dürüstseniz yeni seçimler yapmak üzere her zaman özgür olduğunuzu göreceksiniz.
  • Bağışlamak duygusal yaraları temizlemenin yegâne yoludur.
  • İyileşme sürecini hızlandıran ilaç
    Koşulsuz sevgiden başka ilaç yoktur.
  • Mutlu olma, hayatın tadını çıkarma hakkıyla dünyaya geldik.
    Acı çekmek için değil.
  • O halde neden acı çekiyoruz?
    Çünkü bütün dünya acı içinde.
    Biz de bunun olağan olduğunu varsayıyoruz.
    Sonra da bu “gerçeği” destekleyecek bir inanç sistemi yaratıyoruz.
    Dinlerimiz bize acı çekmek için doğduğumuzu, yaşamın bir gözyaşı vadisi olduğunu söylüyor. Bugün acı çek, sabırlı ol, öldüğünde ödülünü alacaksın.
    Kulağa hoş geliyor, ama gerçek bu değil.
  • Acı çekmeyi seçiyoruz, çünkü acı çekmeyi öğrendik.
    Aynı seçimleri yapmayı sürdürürsek acı çekmeye devam edeceğiz.
  • Eğer şimdi acı çekmekteysek öldüğümüzde acı çekmeye devam ederiz, çünkü zihin beyinle birlikte ölmez.
    Ölmekle uykuda olmak arasındaki tek fark, uykudayken bir beynimiz olduğu için uyanabilmemizdir.
    Öldüğümüzdeyse beynimiz olmadığından uyanamayız ama düş hala oracıktadır.
  • Bizi kusursuz olmadığımıza inandıran tek şey bilgidir.
    Bilgi nereden gelirse gelsin, yalnızca belli bir algılama açısından gerçektir.
    Algınızı değiştirdiğinizde gerçek olmaktan çıkar.
    Kendimizi asla bilgimizle bulamayız.
  • Bizi kendimize götürecek olan bilgi değil, bilgeliktir.
    Bilgiyi kullanmanın temeli, iletişim ve algıladığımız şey üzerinde anlaşmaya varmaktır. İnsanlar yürekleri arasında iletişim sağlamakta zorlandıklarında bilgi elimizdeki yegâne iletişim aracıdır.
    Önemli olan, bilgimizi nasıl kullandığımızdır.
    Çünkü onun köleleri haline geliyor, özgürlüğümüzü yitiriyoruz.
  • Bilgeliğin bilgiyle hiçbir ilgisi yoktur.
    Bilgelik özgürlükle ilişkilidir.
    Bilgeyseniz kendi zihninizi kullanmada, kendi hayatınızı yaşamada özgürsünüzdür.
  • Bilge olmak için bilgi yığmanıza gerek yok.
    Herkes bilge olabilir.
    Bilgeye dönüştüğünüzde yaşam kolaylaşır.
    Çünkü gerçekte kimseniz o hale gelirsiniz.
    Olmadığınızı olmak, kendimiz ve başkalarını olmadığınız gibi olduğunuza inandırmak zordur. Olmadığınızı olmaya çalışmak bütün enerjinizi tüketir.
    Kendiniz olmak hiçbir çaba gerektirmez.
  • Kendinizin bütünüyle kabulü, başkalarının da olduğu gibi kabulüdür.
    Hayvan olmanın yanlış bir tarafı yoktur.
    Bizler hayvanız, hayvanlar her zaman güdülerini izler.
    Bizler insanız.
    Böylesine zeki olduğumuz için güdülerimizi bastırmayı öğreniyoruz; yüreğimizin sesini dinlemiyoruz.
    Bedenimize aykırı davranmamızın, bedenin gereksinimlerini bastırmaya çalışıp varlıklarını yadsımanın nedeni bu.
  • Ne olmadığınıza ilişkin bütün görüşleri bir yana bırakın, gerçekte neyseniz o olun. Kendinizi doğanıza, gerçekte kimseniz ona teslim ettiğinizde acınız sona erer.
  • Sevme korkusu insanların en büyük korkularından biridir.
    Neden?
    Sevmek, kırık bir yürek, kendine acıma anlamına geldiği için.
  • Her şey inanca bağlı.
    Neye inanırsak varlığımızı, hayatımızı o yönetir.
    Yarattığımız inanç sistemi, kendimizi içine yerleştirdiğimiz küçük bir kutu gibidir.
    İçinden çıkamayız, çünkü içinden çıkamayacağımıza inanırız.
    İnsanlar kendi sınırlarını, sınırlamalarını yaratır.
    İnsan olarak neyin olanaklı neyin olanaksız olduğunu söyler ve söylediğimize inandığımız için bunu gerçeğimiz kılarız.
  • Bir tapınaktır bedeniniz, Tanrı’nın yaşadığı canlı bir tapınak.
    Zihniniz, Tanrı’nın yaşadığı canlı bir tapınaktır.
    Tanrı içinizde yaşam olarak yaşar.
    Tanrı’nın içinizde yaşadığının kanıtı canlı oluşunuzdur.
    Yaşamınızdır kanıt.
    Zihninizde elbette çöp ve duygusal zehir vardır, ama Tanrı aynı zamanda oradadır.
  • Sizi bütün dünya sevebilir ama sizi mutlu edecek olan bu sevgi değildir.
    Sizi mutlu edecek olan, içinizden gelen sevgidir.
    Değişim o sevgiyle gelir, herkesin size duyduğu sevgi ile değil.
  • İnsan bedeninin herhangi bir gereksinimini karşılamak bize zevk verir.
  • Kendimizi yargılamaksızın
    Çünkü yargıladığımızda suçlama ve suçlulukla dolar içimiz, cezalandırma ihtiyacı duyar, sevgimizin görüşünü yitiririz.

Özsaygı (High Self Esteem)

  • Yüksek özsaygı, kişinin hem değerli hem yeterli olduğunu hissetmesidir.
    Sevmeye ve sevilmeye layık olduğunu derinden bilmektir.
    Hayatın her alanında kendi sorumluluğunu yüzde yüz alabilme gücüdür.
    Kendinin ve başkalarının içindeki iyiydi ortaya çıkarabilme yetisidir.
    Sevebilme ve empatik olabilme yetisidir.
    Hem alçakgönüllü hem cesur olabilmektir.
    Hayat boyu gelişime ve yeniliklere açık olmaktır.
  • Yüksek özsaygı, kendini beğenmişlik değildir.
    “Başkaları ne düşünür”e göre davranmak değildir.
    Kendini başkalarından üstün ya da aşağıda görmek değildir.
    İş hayatındaki başarılarla, ünle, parayla, konumla, unvanla geliştirilemez çünkü dışsal kaynaklı değildir.
  • ÖZSAYGI, “evet” demek istediğinde “evet”, “hayır” demek istediğinde “hayır” diyebilmektir.
  • ÖZSAYGI, evde tek başına iken aynada gördüğün kişiyi güvenilir bulmak, ona saygı ve sevgi duyarak gülümseyebilmek, bu insan benim dostum diyebilmek, karşı cins olsaydı onu eş olarak seçmeyi arzu edebilmektir.
  • ÖZSAYGI, kendini beğenmişlikten kendini beğenmeye doğru yapılan bir yolculuktur.

 

Bütünsel Kinesiyoloji (PİKİ)

  • Bütünsel Kinesiyoloji ya da kısaca PİKİ dediğimiz, uygulayan insanların hayatında derin dönüşümler yaratan harika bir yöntemdir.
  • PİKİ, Batı’nın keşfi olan Kas Testi ile Doğu’nun binlerce yıllık bilgeliğinin harika bir sentezidir.
  • Değişik kültürlerde Prana, Chi, Ki gibi değişik isimlerde bilinen yaşam enerjisi, bedenin meridyen denilen akupunktur çizgileri boyunca akar.
    Pi, sonsuzluğu Ki enerjiyi temsil eder.
    PİKİ, dengesi bozulmuş yaşam enerjisini dengelemeyi amaçlar.
  • Bütünsel Kinesiyoloji bir enerji çalışmasıdır.
    Enerji fizyolojiyi yansıtır ve etkiler.
    Beden/zihin/ruh daima dengeyi arar.
    PİKİ bedene bu desteği vererek sağlığı koruma sürecini hızlandırır.
    Bedenin dilini öğrendiğimizde, beden bize dengemizi sağlamak için yol gösterir.
    PİKİ teknikleri size bedenin dilini öğretir.
    Kas Testi ile beden/zihin/ruh boyutunda olanı biteni takip edebilir, bedeninizle doğrudan iletişime geçebilirsiniz.
    PİKİ eğitimleri hem kendilerini geliştirmek ve sağlıklı bir yaşam sürme becerilerini kazanmak isteyenler için hem de bu alanda uzmanlaşmak isteyenler için hazırlanmış eğitimlerdir.

NLP

  • NLP her şeyin kendiliğinden, beklenenin de ötesinde bir kolaylıkla yoluna girdiği tesadüfi anların ardında yatan dinamiği inceleme ve uygulama birimidir.
    NLP bu anların sizin seçiminiz doğrultusunda bilinçli olarak yaratılmasının bilimidir.
  • NLP öğrenmek size ne kazandırır?
    • Bütün ilişkilerinizde istediğiniz sonucu yaratabilirsiniz.
    • Zihinsel stratejileri kolaylıkla çözümleyebilirsiniz.
    • Fikirlerinizi net bir şekilde aktarabilirsiniz.
    • Başkalarının sizi nasıl algıladığını fark edebilirsiniz.
    • NLP tekniklerini kullanarak yaşamınızı daha kaliteli hale getirebilirsiniz.
  • NLP tekniklerinin öğrenilmesi ve uygulanması kolay, yarattığı sonuçlar güçlü olduğu için sonuçları anında göreceksiniz.
  • NLP, iletişim kurmayı arzuladığınız her insanın kendine özgü dilini anlama ve o kişiyle kendi anladığı bireysel dilde iletişim kurabilme sanatıdır.
  • Edilgen insanın yaşamı tesadüflere bağlıdır.
    Etkin insan yaşamını kendisi belirler.
    Edilgen insan için anlaşılmak önemlidir.
    Etkin insan için anlamak önemlidir.
    Edilgen insan “Kimse beni anlamıyor” der.
    Etkin insan “Seni anlıyorum” der.
    NLP, “etkin insan olmak” sanatıdır.
  • Fiziksel, duygusal, zihinsel ve ruhsal boyutlarıyla insan bir bütündür.
    Bu boyutlardan sadece birinde bile dengeyi sağlayamazsa mutsuz olur. Mutsuzluğunun nedeninin de kendisini tanımamaktan kaynaklandığının farkına varmaz.
  • İnsan, yaşamı boyunca karşısına çıkan olaylar, insanlar, koşullar sayesinde deneyimler kazanarak kendini tanıma (olgunlaşma) yolunda ilerler.
  • Kendini tanımanın (olgunlaşmanın) bedeli uzun yıllar, hatta tüm bir ömürdür.
Ustaca Sevmek
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Benzer Kitaplar

Ermiş
2014
  • Kurgu
  • Şiir

Ermiş

Meczup
2019
  • Deneme
  • Felsefe
  • Modern Klasikler

Meczup