Günübirlik Hayatlar

2015
English
Psikoloji

Gerçek Psikoterapi Öyküleri

Roma İmparatoru ve filozof Marcus Aurelius, "Hepimizinki günübirlik hayatlar; hatırlayanın, hatırlanandan farkı yok," diye yazmış. İşte ünlü psikiyatr Irvin Yalom da bu sonsuz varoluşun küçük bir parçasını işgal eden günübirlik hayatları, yani bizi yazıyor…

Yalom yıllarca üzerinde çalıştığı bu kısa hikâyelerde hastalarının mücadelelerini konu ettiği kadar kendi sarsıntılarını da anlatıyor ve iki önemli sorunun üzerine gidiyor: Kısa da olsa nasıl anlamlı bir yaşam sürüp her günün tadına varabiliriz? Ve kaçınılmaz son olan ölüm gerçekten ne ifade ediyor?

Öfke sorunu yaşayan bir kadın, her istediğine sahip ancak bir türlü mutlu olmayı bilmeyen bir iş adamı, insanın bu dünyadaki konumu üzerine düşünen ve bir yandan da kendi acısıyla başa çıkmaya çalışan yeni mezun bir psikolog… Irvin Yalom'un gerçek psikoterapi seanslarından derlediği bu hikâyeler, zorlukları ve tatlı anlarıyla yaşamı bir bütün olarak kabullenmeyi öğretirken aynı sayfaya her baktığınızda farklı şeyler görebileceğiniz bir başucu kitabı olduğunu kanıtlıyor.

"Hepimiz bu hayatta bizi anlayacak birilerine ihtiyaç duyuyoruz, ancak öncesinde farkına varmamız gereken birçok şey var. Günübirlik Hayatlar kendimizi, insanları ve dünyayı anlamamız için bize lekesiz bir ayna tutuyor."
-George Vaillant, Harvard Üniversitesi Psikiyatri Profesörü-


"Bu kitabı okumak, kendi zihninizi önünüze koyup sayfalarını çevirmek gibi… En derinlerde sakladığımız soruları öyle delici bir güçle bulup çıkarıyor ki!"
-Steven Pinker, Psikolog ve Yazar-


"İnsan olmanın ne anlama geldiği sorusuna ışık tutan, maddi ve manevi güçlüklerle dolu bu yolda bize ihtiyaç duyduğumuz yardım elini uzatan hikâyeler…"
-Daniel Menaker, Yazar-


"Bilge bir terapistin kaleminden çıkan dokunaklı ve hepimizi ilgilendiren gerçek deneyimler… Irvin Yalom'dan öğrenecek çok şey var."
- Abraham Verghese, Tıp Doktoru-


"Irvin Yalom'a hayran olmamak elde değil. İnsanlığın kederini ve neşesini usta bir romancı gibi işlerken hayatlarımızdaki küçük detayların önemini fark etmemizi sağlıyor."
-Jay Parini, Yazar ve Akademisyen-

(Tanıtım Bülteninden)

  • Yazar
    : Irvin D. Yalom
  • Çevirmen
    : Elif Okan Gezmiş
  • Yayınevi
    : Pegasus Yayınları

ÖZET


  • Hep olduğu gibi, burada öykülerin anlatılan hastalar da benim kesinlikle ön göremeyeceğim yollardan fayda sağlanıyor.
    Bir hasta, önemli bir insanın kendisine önem verdiğine şahitlik etmemi istiyor.
    Bir hastanın parçalanmış gerçeklik algısı, terapistiyle gerçeklik gerektiren otantik bir karşılama vasıtasıyla onarılıyor.
    Bir başkası, gerçek hayatın tam o anda içerisinde yaşadığını fark ediyor.
    Yine bir hastanın yaşamı, ona evini çekip çevirebilecek birini önermemle tamamen değişiyor.
    Bir hemşire kendisinin iyi yanıyla tanışıyor.
    Yazma dürtüşünü kaybetmiş bir yazar kalemine tekrar kavuşuyor.
    Ölmekte olan bir hastanın son günleri, ailesine ve arkadaşlarına ölüm yolunda öncülük etmesiyle anlam kazanıyor.
    Aynı zamanda terapist olan bir hasta, psikiyatrik tanıların kişinin anlayışını zedeleyebileceğini veya çarpıtabileceğini fark ediyor. Bir hasta, eski bir düşünürün pratiğine öykünerek kendini buluyor.
    Biz terapistler, kendilerini keşfetme yolculuğunda hastalarımıza eşlik ederken bir kısmı belirsizlik yaşamayı öğrenmek zorundayız.
  • İnsan ruhuna ve kişisel gelişimine ilgi duyan sizler için bu öykülerde resmedilen zamansız varoluş krizlerde kendini görecek okurlar için ve terapiye girmeyi düşünen ya da zaten terapi sürecinde olan bireyler için yazıyorum.
  • Buradaki on öykü, psikoterapiyle ilgili çağdaş müfredatta genelde yer almayan bazı çarpıcı malzemeler içeriyor.
    Günümüz terapilerde depresyon, yeme bozukluğu, panik atak, bipolar bozukluk, bağımlılıklar ve özgül fobiler gibi belirli tanı kategorilerine yönelik olarak son derece spesifik teknikler kullanılıyor.
  • Psikoterapinin etkinliği üzerine yapışan çalışmalar, sonucu belirleyen en önemli unsurun terapi ilişkisi olduğunu tekrar tekrar gösterse de yüksek lisans programlarımızda bu ilişkinin yapısına, oluşumuna ve gelişimine yeterince ağırlık verilmiyor.
  • Umarım bu öyküler varoluşsal temalarla ilgili farkındalığı arttırır.
    Bu on öyküde hastalarımın geleneksel sınıflandırılmalarına meydan okuyan illetlerden muzdarip olduğunu düşünüyorum. Genç bir adam, cinsel uyarılma vasıtasıyla ölüm korkusundan kurtulmaya çalışıyor.
    Yaşlanmamanın kendisine getirdiği kısıtlamalarla mücadele eden bir adam, gençliğin o sınırsız ufuklarına yeniden erişmeye uğraşıyor. Ölmekte olan bir hasta, anlam arayışına çıkıyor. Bir hemşire, başaklarına o kadar yardımcı olabilmesine rağmen kendisini teskin edemiyor. Bir kişi daha iyi bir geçmiş istiyor, bir diğeri ise kaybolan kendilik duyumunu zihnime kendi izini bırakarak telafi etmeye çalışıyor.
  • Varoluşsal meselelerle boğuşan hastaların sayısı, aslında sandığımızdan fazla.
    Bu öykülerdeki hastalar, sevdiklerinin ve nihayetinde kendilerinin ölümüyle ilgili kaygılarla başa çıkmaya çalışıyorlar.
    Nasıl anlamlı bir yaşam sürebileceklerini, yaşlanmakla ve azalan olanaklarla nasıl baş edebileceklerini anlamaya uğraşıyorlar.
  • Yalnızlığımla barışmak zorundayım.
  • “Üzerine düşünülmemiş bir hayat yaşamaya değmez”. – Sokrates
  • Yaşamak ile sorgulamak arasında bir seçim yapmam gerekirse her defasında yaşamayı seçerim.
    Bir şeyleri açıklama dürtüsü, modern modern düşüncenin salgın hastalığıdır.
    Bu virüsü en çokta çağımızın terapistleri taşır.
    Açıklama bir yanılsamadır; bir serap, bir kurgu, teskin eden bir ninnidir.
    Açıklama, herhangi bir varoluşa sahip değildir.
    Ödleklerin, varoluş rizikosunun, fütursuzluğunun değişkenliğinin yarattığı, o insanın betini benzini attıran korkuya karşı geliştirdikleri bir savunmadır.
  • Oyuncu taklidi yapıyorsan, zaten oyuncusundur.
    Oyuncular, başka insanları taklit ederler.
    Oyuncuların işi budur!
  • Ölünün kalıcılığını düşünüyorum.
    Sonsuza kadar ölü olmayı düşünüyorum.
    Sonsuza kadar ölü olma düşüncesi, bir türlü aklımdan çıkmıyor.
    Katolik arkadaşlarıma ve onların öbür dünyadaki yaşamla ilgili inançlarına o kadar imreniyorum ki…
    Keşke bende böyle şeylere inanabilseydim.
  • Artık neyin gerçek olduğunu bilmiyorum kendi gerçekliğimi kendim yaratmışım.
  • Düşüncelerim içeriğinden çok onları ifade etmeye istekli olmamın önemli olduğunu çok iyi biliyorum.
  • Herkesin bir sırrı vardır.
    Ortada olan tek bir gerçek yoktur, her birimiz bir noktaya kadar kendi gerçekliğimizi inşa ederiz.
    Kant deneyimlediğimiz gerçekliğin doğasını, zihinlerimizin yapısının aktif olarak etkilendiğini söyler.
    Bir olmayı ne kadar istesek de aramızda hep bir mesafe kalıyor.
  • İnsana, ölümden korkuyorum, demezsin.
    Bu senin için çok acı verici olmalı.
  • Elindekilerin kıymetini bil.
    Sonun yaklaşmakta olduğunu fark etmek bizi şu ana daha çok sarılmaya teşvik edebilir.
  • Zihniniz yetişkin tarafı, her şeyin geçici olduğunu, geçmişin yalnızca zihninizin içinde var olduğunu, daha önce ki dünyanızın beyninizde bir yerlerde elektrik akımıyla veya kimyasal sinyallerle saklanan bir anıdan ibaret olduğunu biliyor.
  • Bence ölümün en karanlık yanlarından biri, ben öldüğümde tüm dünyamın, anı dünyamın bugüne dek tanıdığım herkesin içinde bulunduğu o zengin ve kökleri çok sağlammış gibi görünen dünyanın benimle birlikte kaybolup gidecek olması.
  • Schopenhauer’ın tutkulu aşkı, insanı kör eden güneş ışığıyla kıyasladığı bir lafı vardır.
    Yaşamın ileriki yıllarında bu ışık azalınca onun yüzünden daha önce göremediğimiz muhteşem yıldızlı bir gökyüzü belirmeye başlar. Dolayısıyla benim içinde gençliğe özgü, bazen zalimce olabilen tutkularımın sönüp gitmesi aha önce ettiğim yıldızlı gökyüzünün pek çok diğer mucizesinin kıymetini anlamamı sağladı.
  • Dışarıdan gelen bir şeyi savuşturmak, kendi derinliklerinizden yükselen bir şeyi savuşturmaktan çok daha kolay.
  • Ona sarılmak istedim ama aramızdaki uçurum, köprü kurulmayacak kadar genişti.
  • Pek çok kişi uykunun, yani bilinci yitirmenin, ölümün bir tür fragmanı olduğunu söylüyor.
    Yunan mitolojisinde, Tanatos ve Hypnos’un, yani ölüm ve uykunu ikiz kardeş olduklarını duymuş muydun?
  • Ebeveynlerimizi yitirdiğimizde kendimizi kırılgan hissederiz çünkü bir yandan kayıpla mücadele etmeye çalışırken bir yandan da kendi ölümümüzle yüzleşmemiz gerekir.
    Yetim kaldığımızda artık mezatla aramızda kimse kalmamış demektir.
  • Seksi, ölümün canlı rakibi olarak görülmüşümdür hep.
    Zaten orgazm, yaşamanın başlıca kıvılcımı değil midir?
    Ölümle ilgili duyguları nötrlemek için cinsel duyguların alevlendiğini pek çok durum biliyor.
  • Ölüm korkusu hepimizde doğuştan var.
    Bu sayede hayatta kalıyoruz.
  • Bu bir yelpaze meselesi.
    Bazı insanlar doğuştan dışa dönüktür, bazıları ise kendi halinde kalmaktan hoşlanır.
    Ben o yelpazenin kendi halinde kısmına daha yakınım demek ki.
    Yalnız olmayı seviyorum.
  • Yaşanmamışlık ne kadar çoksa ölüm korkusunun da o kadar şiddetli olduğuna defalarca şahit oldum.
  • Biz terapistler, çalışmalarımızda ince bir ayarı tutturabilmek ve hedefi gözünden vuran birer ampirist olmak için uğraşır dururuz. Hastamızın bağlanma öyküsündeki veya DNA dizilimdeki bozuk kısımları tamir edebilmek isteriz.
    Oysa çalışmalarımızın gerçekliği bu modele uymaz ve genellikle, hastalarımızla çıktığımız keşif yolculuğunda doğaçlama yapmak zorunda kaldığımızı fark ederiz.
    Eskiden bu duruma sinir olurdum ama şimdi, altın çağım dediğim dönemde, insan düşüncesinin ve davranışının ne kadar öngörülemez ve karmaşık olduğuna hayret ederken, kendi kendime sessizce ıslık çalıyorum.
    Şimdi, belirsizliğin karşısında titremiyor, her şeyin belirli olduğunu varsaymanın kibirden ibaret olduğunu görebiliyorum.
    Şu an emin olduğum tek bir şey varsa, o da içten ve sıcak bir ortam yaratabildiğimde, hastalarımın, ihtiyaç duydukları yardıma, çoğu zaman tahmin edemeyeceğim müthiş yollardan erişeceğidir.
  • Buridan’ın eşeği
    Bu eski felsefi paradoksta, aynı ölçüde güzel kokan iki balya samanın arasında kalan eşek, hangisini seçeceğine karar veremediği için açlıktan ölür.
  • Rüyalar neredeyse tamamen görseldir ve anlamı görsel imgeler vasıtasıyla iletilir.
  • İlk görüşmelerin iki boyutu vardır: süreç ve içerik.
    İçerik barizdir, alışveriş edilen bilgilerden ibarettir.
    Süreç, yani görüşmenin iki tarafı arasında ki ilişki ise sana çok daha önemli bilgiler sağlar.
  • İlişki yoksa acı da olmaz.
  • Kendini korumaya alışmışsın ama bedeli ağır olmuş.
    Kendini çok fazla şeyden mahrum bırakmışsın.
    Şunu da tekrar vurgulamak isterim: faaliyet seçerken yaşadığın kararsızlık, denkleme insan unsurunu kattığında hafifleyebilir.
  • Önemli olan düşünceler değil eylemlerdir.
  • Daha iyi bir geçmiş için ümidi yitirmek etkili bir öneridir.
    Sen buna yaratıcı ve beklenmedik bir boyut kazandırdın.
  • Bazen sahip olamadığım hayatın yasını tuttuğumu düşünüyorum.
  • Ölümcül hastalığı olan insanların çoğu kendini soyutlamış hisseder ve diğer insanların onlarla aralarına mesafe koyduğuna inanır.
  • Bağlanmazsan acı çekmezsin, diyen Budistler haklıymış sanırım.
  • Hastama sunabileceğim ene değerli şey, varlığım.
    Sadece yanında ol, diye düşündüm.
    Akıllıca bir şeyler söyleme çabasını bir kene ara bırakarak.
    Fark yaratacak bomba gibi bir yorum aramaktan vazgeç.
    Senin yegâne görevin, tüm varlığınla burada olmak.
    Seanstan ihtiyacı olan ne varsa alacaktır zaten.
  • Kanser hakkında şunu öğrendim.
    Size ölümcül bir hastalığı gösterir ve sonra sizi dünyaya, yaşamanıza, onun artık hiç h olmadığı kadar çok hissettiğin hazlarına ve tadına geri tükürür. Size hem bir şey verildiğini hem de sizden hem de sizden bir şey alındığını anlarsınız.
  • Verilen, yaşamaya yeni bir bakış açısıydı.
    Alınana ise sınırsız hayat yanılsaması ve bizi doğanın kanunundan ayrı tutan özel şey olduğu inancıydı.
  • Yıpranıyorlar, bir süre dinlenmek için kenara çekiliyorlar ama sonra güçlerini toplamış bir halde geri dönüyorlar.
  • Ölüme öncülük etmek.
    Ne kadar sıra dışı bir tabir!
  • Nietzsche’nin de dediği gibi “Neden’i olan Nasıl’a katlanır.
  • Budistler ölümü sol omzunuza alarak yaşamayı önerirler; ben ise bazen her iki omuzumda birden taşıdığımı ve hatta bedenimin içine sızdığını hissediyorum. Elbette aslında başından beri oradaymış.
  • Hayat geçici.
    Her zaman, herkes için.
    Ölümü bedenlerimizde taşıyoruz.
    Ama bunu hissetmek, belirli bir ismi olan belli bir ölümü hissetmek çok daha farklı bir durum.
  • Son kırk yıldır rahatsızlığı daha hafif olan hastalarda sürdürdüğüm psikoterapi uygulamalarında tanı sürecinin çoğunlukla gereksiz olduğunu gördüm. Bu doğrultuda, biz psikoterapistlerin sigorta şirketlerinin kesin tanı talebini karşılamak için kıvranmamızın hem terapistlere hem de hastalara zarar verdiğini düşünüyorum. Tanı kategorileri nihayetinde uydurulmuş, keyfi kavramlardır: komitelerdeki oylamalar sonucunda belirlenir ve on yılda bir ciddi revizyondan geçirilirler.
  • Her şeyi unutmuş olacağın günler kapıda, her şeyin seni unutacağı günler yakın.
  • Hepimizinki günübirlik hayatlar; hatırlayanın hatırlanandan farkı yok.
    Hepsi geçici. Hem anılar hem de onların nesnesi.
    Her şeyi unutmuş olacağın günler kapıda, her şeyin seni unutacağı günler yakın.
    Bil ki çok geçmeden hiç kimse ve hiçbir yerde olacaksın.
    Her şeye dair anılar, sonsuzluk uçurumunda süratle gözden yitiyor.
  • Marcus Auerelius aldığı kararları desteklemek ve iyi bira hayat sürmeye kendisini teşvik etmek için bu cümleleri her gün tekrarlıyor.
  • Kendinden ne istediğini bilmemek ne anlama geliyor?
    Bana öyle geliyor ki, ne istediğini bilmemem ile benim gözümde ki imajını korumaya çalışman arasında oldukça güçlü bir bağlantı olabilir.
  • Fikriniz olmazsa. ‘zarar gördüm’ diye bir şikâyet olmaz; ‘zarar gördüm diye bir şikâyet olmazsa zararda olmaz.
    Stoiker’in başlıca felsefesi de bu.
    Yargıları kesip tartsan kurtulursun.
    Bunu kim engelleyebilir ki?
    Her şey düşüncenin verdiği biçimi alır.
    Ve düşüncenizin kontrolü sizin elinizdedir.
    Dolayısıyla yargılarınızı ortadan kaldırmaya karar verdiğinizde huzura kavuşursunuz.
  • Kendi algılarımızın bize zarar verebileceğini öğrendim.
    Algılarını değiştirişsen zarardan kurtulursun.
    Dışarıda ki hiçbir unsur sana zarar veremez çünkü sana yalnızca kendi bozul ahlakın zarar verebilir.
    Bir düşmana verilebilecek yegâne karşılık onun gibi olmamaktır.
  • Ne istediğimi bilemem ile gözündeki imajıma verdiğim önem arsındaki ilişkiyi düşünmek.
  • Benim kendiliğimin eksik olduğunu, içinizde kendimi aradığım, içimdeki boşluk yüzünden ihtiyaçlarımı ve arzularımı isimlendiremediğimi ve tam da bu nedenle Marie konusunda bir karar veremeyip bu kararı vermeye onu mecbur bıraktığımı ve zihninizde var olma çabamın da bununla alakalı olduğunu söylemeye çalıştığınıza hemen hemen eminim.
  • Gerçekte ben diye bir şey yoksa bunun var olmadığını ortaya koyan varlık kim ya da ne olabilir ki?
  • Her insanın kendisini diğer insanlardan daha çok sevdiği halde neden kendi fikrine diğer insanlarınkinden daha az önem verir?
  • Eğer biri beni sevmiyorsa bu onun sorunudur.
    Benim tek amacım, kınanmamı gerektirecek bir şey söylememek ya da yapmamaktır.
  • Sözünden dönmene ya da kendine olan güvenini yitirmemi neden olabilecek hiçbir şeyi avantaj saymam.
  • Eğer biri hatalı olduğunu ispat eder, bir sözümün veya davranışımın yanlış olduğunu bana gösterirse memnuniyetle değişirim. Ben hakikatin peşimdeyim.
    Hakikat kimseye zarar vermemiştir.
    Asıl zarar olan insanın kendi yanılsamalarını ve cehaletini ısrarla sürdürmesidir.
  • Yaşamımız boyunca bir şeyler bizim güvenimiz talep ettiğinde bunu yapmalıyız.
    Onları çırılçıplak soyup ne kadar önemsiz olduklarını görmeli, üstlerini.
    Kaplayan efsaneleri yırtıp atmalıyız.
  • O halde sana ait olan bu ufak zaman diliminden doğayla içinde geç ve memnuniyetle tamamla yolculuğunu.
    Tıpkı olgunlaşan bir zeytinin, düşerken kendisini yaratan doğaya ve üstünde büyüdüğü ağaca şükran duyması gibi.
Günübirlik Hayatlar
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Benzer Kitaplar

Ermiş
2014
  • Kurgu
  • Şiir

Ermiş

Meczup
2019
  • Deneme
  • Felsefe
  • Modern Klasikler

Meczup